30 Aralık 2013 Pazartesi

Gümüş kadınlar

Şehir sesleri müziğe karışırken zihni toplamak ne zor... Algıda seçiciliğin odaksal sorunu kemiğe büründü zihinde. Sigara içmekten yorulan ciğerlerin bile sesi net. Derin yolculuklara çıkmış gibi ciğerlerim. Kuzey kutbunu görmüş, çöllere inmiş, gökyüzünün fareleriyle uyanmış sabahlara. Kesif viski kokusu uyku inmelerinde uyandırmış. Bitmeyen müzikler, melodiler tiksindi uyandırmış kendi olma halinden.

İlkokul sıralarındaki beslenme çantası kokusu vardı oysa bir zamanlar zihinde. Zeytin ve peynirin birbirine karışan kokusuyla, kaçamak yapıp evlatlarına patates kızartması yapan annelerin hınzırlıklarıyla doluydu sınıflar. Ve sınıf annelerinin kaçınılmaz hiyerarşisi her yerdeydi. Şişman kız çocukları, sınıf gözdesi olmayı beklerken hırsla, arzuyla doluyordu benlikleri. Sınıfın yakışıklısı çocuğun saçını çekmekse; sadist oyunların başlangıçları.

Ve o zamanlar bilemezlerdi zamanın kendisinin beslenme saati olduğunu.

Gümüş kadınlar geldi sonraları. Her şeyi yapabilecekler gibi oradaydılar. Saksafon sesiyle kıvrandı bedenleri. Ufak ritmleri mini su damlaları gibi eritiyorlardı. Kızgınlar beslenme saatlerine. Tek dertleri yansımakmışcasına dans ettiler. Gökyüzünün fareleri çığlıklarla etraflarında döndü. Müzik öpüştü onlarla. Gün derisini soydu gece oldu. Ve dans eden gümüş kadınlar erimek istercesine devam ettiler dönmeye, kıvranmaya...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder